Sayfalar

23 Ağustos 2010 Pazartesi

......?????

Hayali düşüncelerde kendini görüntüleyememe,kısmen ölümdür..bu durum başkasının suçlarını yüklenerek mikrososyal ailenin dünyasında ölmekle benzerdir.(bu bir matematiksel işlevi çağrıştırır) hayali beyanatlar gerçek ise,gerçeklerin mecaz olması ise gerekli değildir içler dışlar çarpımınında ortaya çıkan denklemin sonucu =gerçek virüs bulunamazsa,başka biri tarafındandan sosyal bir virüs türetilir....peki ben hala kismen ölüm kısmına neden takılıyorum...

...........bu iki paragraf ancak antonin artaud gibi bir büyücü tarafından birleştirilebilirdi._65 elektro-şok_la tehdit ediliyor olsa bile ..(ki bu yüzden kurumlaşmış psikiyatri yöntemlerinin süregelen uygulamalarını tam bir vahşet tiyatrosuna benzetirim/deney olarak insanları kullanır)

doğumdan ölüme kadar kutu içinde yaşadığımız söylenebilir…kurtuluş görüşü şöyle gerçekleşir;uterustan çıkıp aile kutusuna düşeriz,buradan okul kutusunun içine gireriz,okul bittikten sonra ise dimdik ayakta duran kendi kutumuz içinde olmaya şartlanırız,sonunda pek tabi rahatlayarak tabuta konuruz..

12 Ağustos 2010 Perşembe

/////////////

aynı perdeye yansıtılan iki ayrı filmin birbirini izlemesi kadar anlamsız,kağıt bebekler gibi iki boyutlu görüntüleri süslemek kadar saçma..mantığın güçlü kasları gresle ovulduğu sürece,arzuların kayarak bütün varlığa sahiplenmesi, örüntüsüne saplanmıştık.kimseye acımadığımız anomi çoğun yokluklarını çıkartı önümüze iki kaos olmak ve göstermek için..loş felsefi bir loşlukta bir kuyruklu yıldız,iki başlı bir hayvan gibi şaşırtıcı ve biraz grotesk olan,arzunun tribişon gibi dolambaçlı olmasıydı.orgazmdan çok ritüelden zevk alan fetişler gibi zihni amaçtan öte kelimeleri araca çevirerek coşmuştuk..yabancılaşmanın son moda tüm biçimlerine indirgendiğimizin farkına vararak yaratıcı hiçbir iyimserliği sergileyemedik,çabayı tümüyle yok edemediği veya uzaklaştıramadığı bu inatçı boşluklarda,bir hissizlik nüvesi vardı..tıpkı ezici bir ölüm karşılaşmasında yaşanan psişik duyumsamazlık durumuydu..sembolik ölüm karşılaşmalarında köktenci ve geçici eksiltmeleri devreye soktuk sahtekarca,yön değiştirebilen biçimle,iki boyuta sürüklenmiş arzu biafra soykırımından farksız değildi arzular üzerinde..yüzeysel güdümüz gurur ve denetleyemediğimiz itkilerden dolayı kendi kendimizden özür dileme ayinlerine arsenik tadındaki dipdiri yeteneklerimizi katmıştık..politik broşürler gibiydi dönüşümcü hislerimiz,gotik uyanışına benzer reflekslerimizde kırılgan duyarlılık ve aşırılıcılıkla hiçbir ilgisi yoktu..aç kalmak için nöbete çevrilmiş şartlanmayı devam ettirmekti..tekrar eden paradigma ise kendi ölümüne inanmamak için direnen bilincimizdi.kişiliği yükselten jestlerin zamanı geçti,çapken misali moda türevi bir etkilemle kurgu dünyamızı sanrısal olarak kısmen sardı..ironik olduk kendimize birbirimize kendimizi anlatamadık..başlangıçta şeylerin alışılmış düzenine meydan okuyan jestlerdik şimdi ise geri kalanlara dil çıkartan bir medda gibi ısıtıp ısıtıp aynı düşleri seyrediyoruz,icat ettiğimiz boşluklarımızın tanrıları alkışlarken bizi,onları eğlendirmekten sevemedik bizi,iki karakterle dolaştık ,yarının hiçliği perspektifinde aktif olabilsin diye biri..avunçsuz görünüm şevk desteği bize..içine sızan gün ışığı olmak isterdim ,örtüsü açılınca çırılçıplak bedenine inanç olmak,üstelemek,şiddetle uğraşmak söyleyemediklerinde..oysa yine dinazorların sessiz gecesinde nükteli şarkılar çalıyor parmaklarım,noktrün kıvamında homojen bir geçişte sarhoşluğum,şebnem yıldız yapıyor koruda,bana kendinden bahset….